Sümbülteber
- Canan Çakır
- 28 Oca 2017
- 6 dakikada okunur

Sevim Burak anısına...
…Size Sümbülteber demeden önceydi işte…Tutuyordum salıncağın iplerini… Sıkı, çok sıkı. Düşmemek için…
İsminiz Sümbülteber. Çiçekli fincanları ve pencereden bakmaları seversiniz. Ben sıkılırım günden güne varlığımdan… Yeni oyunlar ararım… Sizi bulur, gözlerinize bakar ve hiç soru sormam kendime… Bu ortalama üç dakika kadar sürer sonra siz “Başka bir şey var mıydı?” diye sorarsınız ben "Hayır" anlamında başımı iki yana sallar, gözlerimi kısarak gülümserim, sıradaki alışveriş sepetini boşaltmaya başlar… Ben çıkarım dükkandan. İlerlerim. İlerlerim...
İlerle.
İlerler.
İm.
Sanrılarına gerçek muamelesi yapan insanlar biliyorum ve aslına bakılırsa senden daha kabul edilebilir buluyorum onları…Lanet olsun git konuş, ismini öğren, ona sümbülteber demeyi kes. Nasıl bir insansın sen –Gitmeliyim Sümbülteber’i görmem gerek. Koridorda ayakkabılarının çıkardığı sesler bir süre… Sonra kapanan kapı usulca... Bahçe kapısı...Paltonun kaldırılan yakası… Sanki Dante’nin Beatrice’i….
Gitmeliyim, Sümbülteber’i görmem gerek..
…………..
Yedi yıl önce taşındım bu sokağa... Bu ağaçlar benden önce de buradaydı. Bu insanların bir kısmı da. Benden sonra gelenler ve değişenler de oldu. Ben yedi yıldır sokağın bu noktasında durur, gazetemi alır, ayakkabılarımın burnuna falan bakar, "iyi günler" diyerek para üstümü alır, fazla konuşmam. Bu, beni filmlerdeki gibi gizemli kılmaktan çok; rahatsız biri gibi gösterir büfedeki adamın nezdinde... Bunu bilirim. Başka….? Bir düşünelim… Karşı kaldırıma geçip bir süre ilerleyince (-ki bu 48 adımdır) fırına gelir; içeri girer, gözlerimi raflardaki türlü ekmek üzerinde falan gezdirir, aldığım ekmeğin sarılmasını bekler, parasını verir, "iyi günler" der , fazla konuşmam… Fırından çıkıp eve doğru yürürken biriyle karşılaşır; başımı vakur bir ifadeyle hafif aşağıya sallar, "iyi günler" der, fazla konuşmam… Eve, işe, kütüphaneye, sinemaya nereye lazımsa oraya giderim. Sorduklarında; sorun Sümbülteber’in varlığında değildir ama bu yokluğundadır anlamına da gelmez derim.
Küçük bir hesapla özetleyecek olursak; bundan üç yıl önce yani ben buraya geldikten 4 yıl sonra bu sokakta büyük bir markette çalışmaya başladı Sümbülteber. Bir süre (-ki bu 8 aydır) çalıştıktan sonra ayrılıp başka bir yere gitti (-ki burası başka bir semtte başka ve daha büyük bir markettir) . Bir süre (-ki bu 3 aydan 12 gün eksiktir) burada çalıştı.
-taaaaa ….den mi geliyorsunuz?
-şeyy evet .
-??
-evet
-her gün?
-her gün sayılmaz
-….
-sorun ne? (Evet lanet olsun benim sorunum ne?)
-Şeyyy… Sorun yok efendim… Pardon… Anketimize katılımınız için teşekkür eder iyi günler dileriz.
Lanet olsun... Sümbülteber bana “Efendim” dedikten sonra; yutkun… Bir kez daha… Nefes al… Nefes al… Doğru nefes alma tekniklerinin falan filanı… Çıkmayan ses… Benim bir sorunum olmalı…
- Onu azarladığını nereden çıkartıyorsun… Cidden endişeleniyorum ve niye bazı şeyleri doğrudan ve olması gerektiği gibi yapmadığın hakkında en ufak bir fikrim yok .
- Doğrudan ve olması gerektiği gibi mi? Bana söyler misin doğrudan ve olması gerektiği gibi olan bir şey biliyor musun?
- Peki…Karışmayacağım.
-…….
-Ya sümbülteber ne ya
-Bir çiçek
-Hadi ya
-Nasıl ne?
-Ayşe, Fatma, Leyla değil de neden?
-Bir parfüm özü…Bir koku… Sen hiç Ayşe diye parfüm özü duydun mu?
“Peki” derler bana… “Kendine iyi bak…Üzülme olur mu…Sıkılırsan ara…Git onunla konuş…”derler. Kendime her zamanki gibi bakarım… Üzülmem. Sıkılırsam ararım…Giderim…Ama konuşamam onunla…Notlar alırım..
aralık23.
Bir kokunun atmosferde ve bellekte salınımı eşdeğer olmadığı gibi herhangi bir insanın da “gerçeklik” etkisi ve belki “efekti” bellekte farklıdır. A. ilhan’ın Belma Sebil’i , Dante’nin Beatrice’i, Gökyüzünün Güneşi vardır. Sıradan bir insan olma hissinden kurtulmanın yegane yolu budur belki; ayakkabılarını boyatmanın ve traş olmanın, saatine bakıp garsona “Birazdan…birini bekliyorum da…” demenin, iki kişi olmanın fakat iki yan yana gelmiş değil tam da bir kokunun özüyle anılmanın.
-…….
Kapıya bakılır…Beni yalnız bırakmaktan korkar insanlar…
- Peki ne istiyorsun?
- Hiçbir şey.
- PEKİ ONU NEDEN TAKİP EDİYORSUN?
- Peki beni neden takip ediyorsun??????
- Seni takip etmek mi? Saçmalama.
- Onu takip etmek mi? Saçmalama.
- Peki ama…Tanrım…Çok ama çok uzun zaman oldu…Nasıl bir ilgi bu?
Bir öyküde sadece dışarı çıkmak için bahane arayan bir kahraman okumuştum. Kentin bilmem neresindeki pastaneye ayçöreği almaya gidip, tanımadığı birine bir hayale mektuplar yazıp postaya veren ve bütün bunları “bahane” olarak açıklayan….
Bize gel. Rüya çay demler…e iyi kızdır yormaz seni… Kitabını inceleriz…Çocuklarla oynarsın.
Aralık24
Senden güzel bir öyküden başka ne çıkar Sümbülteber…
Egzersiz:
Herhangi bir durumun bir macera hissi uyandırması hiç de kolay değildir. Yalnız oynuyorsanız gizemi korumanız oyunun heyecanı ve sürekliliği için elzemdir. Öte yandan metot kendi kendinize satranç oynadığınız zaman “kazanan” ya da “kaybeden” kim ? sorusuna vereceğiniz cevap kadar sürreeldir… “Beyazlar”… “Siyahlar”…
Ajanda:
Yayın eviyle görüş. Zaman iste.
Bu ilham perisi saçmalığı da ne?
Daha önce duymadın mı?
Elbette duydum ama akılcı biri olduğunu düşünürdüm?
Aralık25
Ahh. Bir kokunun kimyasından öte, bir varlığın sınanması deneyi bu….
Sümbülteber çiçeklere ve şiirlere yaslar başını. Bir şairin yegane varlığı… uçucu imgesidir…
Sümbülteber de herhangi biridir.
Öyle mi dersin?
İnsanlar konusundaki kanaatlerimizin önyargılar içerdiği bilgisi yenilikçi değildir. Kaşı mı yükselir, dudak kıyısında bir çizgi? Karar hangi minik harekette gizlidir... Çok varsayım var bu konuda. Sıvılar, salgılar, kokular, memnuniyet göstergeleri ve memnuniyetsizlikler….Sence memnun olmuş mudur? Ne için? Alışveriş yapmandan mı ? Güldürme. Elbette bu değil. Ama şunu bilmelisin onu azarlamandan memnun olmamıştır. Azarlamak mı? Evet, onu azarladığını kendin söyledin. Sadece…
Sadece Sümbülteber’e anlatabileceğim şeyler olduğunu düşünüyorum. Sadece onun beni anlayabileceği durumlar olduğunu… Bu önce huzur veriyor. Birisi beni anlayabilir…Eğer anlatabilseydim… Yokluğu ile birlikte bu fikir sinir bozucu ve anlaşılmaz.
-Bu fotoğrafta Sümbülteber ve ben daha yakın görünüyoruz (öyleyse ben ona onu sevdiğimi söylemiş olmalıyım) bunda ise o dikkatle bir şeye bakıyor…neredeydik?
Temel soru; bir insanın her şeye ait her şeyi unutup nasıl olur da bir insana ait pek çok şeyi unutmuyor oluşu…Ve büyük olasılıkla bir hayale ait pek çok şeyi unutmuyor oluşu. Söylediklerine göre fotoğraflarda Sümbülteber diye gösterilen Sümbülteber değildir. Sümbülteber bir hayal bir kahramandır, çayı üç şekerli içer ve ben sanırım şekersiz içiyorum… Öğleden sonraları paydosla arkadaşlarından birinin koluna girip “biliyor musun” la başlayan bir cümleyi uzun bir tebessümle sürdürür… Sonra özür dilercesine ayrılır arkadaşının kolundan…Evet özür dilermiş gibi ayrılır. Özür dilemek…Ben özür dileyen biri değilim sanırım, böyle olmam gerektiğini elbette öğretmişlerdir… Öyleyse olmayı denemeli, mi? Özür dilemem gerektiğini sanmıyorum…Kendimi böyle seveceğim…Yazarın (!) hafıza kaybından sonra…Bu fırsatı değerlendirip bu öykünün sonunda kendimi koşulsuz seven bir “kahraman” olmalıyım….
Kahraman: Bir oyunun gelişmesinde, seyirciyi kendiyle özdeşleştiren, en önemli oyun kişisi, Bir edebiyat eserinde, olayların merkezi durumunda olan kimse, Oyunun baş kişisi bk. Protagonist, Anlatı ya da oyunlarda önde gelen kişiler, Köken: Farsça: Cinsiyet: Erkek 1. Yiğit, cesur. 2. Bir olayın, serüvenin başlıca kişisi. 3. Sessiz, yumuşak kimse.
Birini kurtarmam gerekmiyor muydu?
27 Mart tarihli görüşme :
Yazarın hafıza kaybının ardından kendi bitmeyen kitabına duyduğu ilgi bir başka yazarın kitabına duyduğundan farklı değil. Ve üstelik şimdi “kahraman”ın ağzından dinlediği öykü ile bir Sümbülteber (!) bulamazsa hayatının sonuna kadar derin bir yalnızlık ve yoksunluk hissi duyacağını düşünüyor..
Bir kadın olmalı…Bir kadını çok seviyor olmalıyım..? Kimseye anlatmadım mı?
-Onlarca kez Sümbülteber’in öykü kahramanın olduğunu, onu izlediğini söyledin.
-Peki onu seviyor muyum?
-Doktorunu ara, ilk fırsatta görüşelim… Üzülme halledeceksin.
-Hafızamı kaybettim ben
-Hiçbir şeyini kaybetmedin, saçmalama, cüzdan mı bu? Ne demek hafızamı kaybettim? Bul o zaman.
Neyi?
Neyi hatırlamak ister insan? Bilinç bilinçli bir silmeyi bu denli profesyonel olarak gerçekleştirebilir mi?
Evet sen iyi bir yazarsın….
Nasıl bir adam bu ? Kendisine yapması gerekenleri söylüyor..
-Öğleden sonra baskı için zaman iste…Yalan söyleme… “Bitmedi “ de.
Bitmedi.
Bir sabah uyanınca Gregor Samsa’ydım demek gibi bir şey bu… Kim? Kimin öyküsünü yazıyordum? Ortada yazarın hafıza kaybı, dolayısıyla öykünün kahramanının hafıza kaybı, her şeyden habersiz bir Sümbülteber, şaşkın bir yayın evi, günde mutlak bir kez arayan ve “Nasıl olduğumu” soran bir doktor (Parasını sigortadan alıyor olmalı ve iyi bir şirket olmalı) ve lanet bir kitap, lanet yarım bir hayat….Yaratıcı güç… Kalbimin sesi… Başka şeyler seviyor olabilir miyim? Örneğin; hep mi yazar olmayı istemiştim? Belki bir tur rehberi hı?? Belki bir posta memuru? Başka hiçbir şey istememiş olabilir miyim? Annem sakin, sorularımı yanıtlıyor (doktor gerçekten iyi olmalı) “Kitap okumayı severdin, hayal gücün hep övgü dolu sözler almıştır… Botanikten söz ederdin, Leyla’nın çiçeklerine birlikte bakardınız, başka çocuk hayvanları sever ama sen kesinlikle çiçekleri seviyorsun.”
“Bir botanik uzmanı, botanikçi, adı her neyse o’yum ben. Evet! Ben bir botanik uzmanıyım.”
Saçmalamayı keser misin? Sen bir yazarsın, bak bunları da sen yazdın, evinde sadece üç saksı çiçek ama yüzlerce kitap var..Bak bakalım etrafına sence burada bir botanik uzmanı mı yaşıyor? Hem sonra bunu niye yapıyorsun? Ben bu denli aklından kurtulmaya çalışan bir adam daha tanımadım oğlum… Kızlar falan… Takıl ya biraz… Rahat bırak kendini, güven arkadaşına… Sen bir yazarsın… oki ?
-Düşünmeliyim.
Bir yazar?... Sevmedim… Evet, okudum ama beğenmedim. “Ama sen yazdın bunları, nasıl yani ?” diye soruyorlar, tansiyonumu ölçüyorlar. “Beni sanat eleştirisi ile tedavi edin. Amen…” diyorum. Küsüp gidiyorlar… Diğer yandan bu kitapları sevdim…Bitkiler… Karmaşık… İtiraf etmeliyim ben daha kolay olduğunu düşünüyordum. Yani bunu düşünüyordum sanırım. Hafızamı kaybetmeden önce… Endemik bitkiler…Haritalar, doğa haritaları… Rengarenkler… Evet biraz zaman alacak ama olacak… Bilmedikleri; gerçekten neyi istemiş olabileceğim… Sümbülteber? Bilmem, gündelik işleriyle meşguldür herhalde… Ne bileyim. Yüzüme kapanan telefon… Yüzüme telefon kapatılmasından nefret ediyorum. Bir süre daha yasal hakkım olan uzatmaları “oynayıp” sonra uslu bir yazar olup anlaşma gereği kitabı yayın evine teslim etmeliymişim… “Evet, size gerçekten bir çiçeğin hikayesini teslim etmeyi çok isterdim” diyorum. “Eğer bunu nasıl yapabileceğimi bilseydim…”
Sümbülteber/eskiz
Şemsiyesini kapatmaya çalışırken de telaşını sürdürür ve ben o an sadece şemsiyeye bakarım umarım kitapları ıslatmaz diye. Gözlerinin tam da içinde beliren buğunun ısı değişimiyle bir ilgisinin olup olmadığını, bu düşünceli hali ve hızla yüzüne yerleşen tebessümü nereden bulduğunu düşünmem, merak etmem…
Gözlerini kısıyor… Beslenen bir kedi gibi…
Gözlerini kısıyor…
Bir diğeri miyop olduğunu fark ediyor….
“Sözcük kolajının denenmişliği... Tek tek…Bir cümleye sorulan nerede, ne zaman soruları, tarihe sorulan sorular; bize cümlenin-durumun yüklemini ve öznesini, tümlecini vs.sini verecektir ama anlamını vermeyecektir…Zira anlam; müthiş görece, yer değiştiren ve köpük olandır….” Bunları söylüyor…Evet bunları…Sümbül teber…
Bir kasiyer değil miydi o?
Bir kasiyer mi? Artık değil mi?
Bilmem sanki değil gibi..
Değil gibi?... Bak deniyorum tamam mı? Bir botanik uzmanıyım ben yani olmaya çalışıyorum, çok istiyorum bunu, tüm hayatım boyunca istedim ve çalışıyorum, o da biraz yapı söküm çalışabilir herhalde değil mi?
Ve yazar başkaldırısını sunar öyküsüne…
Ve yazar fazla Camus okur bence…
İyi geceler…
Sana da…
“Buradan asla çıkamayacaksın… Kendine üçüncü, beşinci kişi muamelesi yapman da bir şeyi değiştirmeyecek. Sen buraya aitsin. Kelimelerden şemsiye, kelimelerden şapka yapma ustasısın. İsteyen istediği yere gidebilir. Botanikmiş… hıh… Sen burada kalacaksın. Kemiklerin görününceye kadar yaşayacaksın burada. Şeffaf oluncaya kadar. Camekanların ardından izleyecekler seni nesli tükenmiş bir hayvanı izlemenin merakıyla…” Bana bunları neden söylüyorsun Sümbülteber? Sana bunları neden söylüyorum?
Comments